Necati Güngör, 'İyiler Genç Ölür' kitabında yer alan yedi öyküde yoksul ve orta sınıf insanlarının yaşamlarını didikler, o yaşamların ince, uzun, dar, loş, karanlık ve aydınlık bütün yollarında dolaşır. Saptadığı duyarlık merkezlerindeki nabız atışlarını, duyguları yoğunlaştıran devinimleri, gördüklerini, gözlemlediklerini, tanıklıklannı, işittiklerini, 'Işte onlar böyle yaşıyor, böyle yaşadı' dercesine sunar okura.

Necati Güngör, 'İyiler Genç Ölür' kitabında yer alan yedi öyküde yoksul ve orta sınıf insanlarının yaşamlarını didikler, o yaşamların ince, uzun, dar, loş, karanlık ve aydınlık bütün yollarında dolaşır. Saptadığı duyarlık merkezlerindeki nabız atışlarını, duyguları yoğunlaştıran devinimleri, gördüklerini, gözlemlediklerini, tanıklıklannı, işittiklerini, 'Işte onlar böyle yaşıyor, böyle yaşadı' dercesine sunar okura.
MUZAFFER BUYRUKÇU
Toplumun ekonomik, sosyal, kültürel farklılıklar bulunan her katmanında yaşam, işleyişiyle, insandan alıp götürdükleri ve getirdikleriyle boyuna yeniden tanımlanır. (Şu anda milyarlarca aklı eren, karşılaştıkları zorluklar ya da düzenlerini sarsan yitikler, sorunlar nedeniyle sayısız ama birbiriyle çelişen tanım koymaktadırlar ortaya) Ve son tanımın arkasından geleceğe doğru atılması gereken adımların üzerinde durulur. Uretim kaynaklarının en verimlileri harekete geçirilir, yarar sağlayamayanlar, güçlük çıkartan kaynaklar kurutulur. Bu çalışma sürerken bütün katmanların ortak yanlarını temsil eden gerçekler kitlesinin her yanından özdeyiş biçiminde, deyiş biçiminde değerler · aranır. Ve bulunur. Bulunanlardan birisi de şudur: İyiler genç ölür. Neden bu böyledir? İyiler, tutumlarıyla, davranışlarıyla, çevrelerindekilere takındıkları tavırlarla ve edimleriyle 'ölüm'ü kızdırdıkları için mi cezalandırılırlar? Bu soru, soruyu soranı, soranları ister istemez dinsel bir alana kaydırır; doyurucu bir sonuca vardırmayan saçma sapan bir tartışma başlatır, Demek ki kişiler uzun yaşamak istiyorlarsa ~epeden tırnağa kötülük denen olumsuzluklarla donanacak, yakınları ve yabancıları hor görecek, acılarla kıvrandıracaktır ve böylece uzun yaşama ödülünü kazanacaklardır. Ama iyi olmaya yeltenirlerse, özverilerin arkalarından koşarlarsa, ellerinde avuçlarında kıpırdayan güzellikleri herkesle bölüşürlerse bir an önce ölme cezasına çarptırılacaklardır. Yani iyi olmaya kalkışmak, bir bakıma ölüme davetiye çıkarmak, bile bile ölüme gitmek, yaşamaktan vazgeçtiğini dünyaya ilan etmektir. Bu, mantık dışı varsayımı ille de irdeleyeceğiz diye tutturanlar varsa bu konunun üstünde çok düşünmelidirler, kılı kırk yararak incelemelidirler ... Ama kalabalıklar, bazı şeyleri sorgulamaz, olduğu gibi kabul eder, yaşamına katar, onları varlığının içinde eritir.
İyi insanların öyküleri.
Öykü kitabına 'İyiler Genç Ölür' adını koyan Necati Güngör, benim sorularıma benzeyen sorular sorar, ama inandırıcı bir yanıt bulamaz, yalnız o "iyi insanların" serüvenlerini kurcalamaya başlar. O iyi insanlardan kimileri, bir Ermeni ailesinin . bireyleridirler. Uzun yıllardan beri Türklerle iç içe, yan yana, dostça, kardeşçe ve sevinçlerle tasaları, kaygıları bölüşerek yaşayan o ailenın iki temel direği vardır: Anne Zabel ile baba Ohannes ve onların çocukları Bedros. Necati Güngör, "Zabel Teyze" dediği kadının konuşmasını sergileyerek başlar derinlere inecek sorunlara sokulmaya. "Aman evladım, kendini unutturma ne olur! Sesini duydukça yüzünü gördükçe Bedrosumu karşımda buluyorum sanki!" Bu sözler Bedros'un evde ya da o yörede olmadığını, uzaklara gittiğini belirten bir olasılığı yansıtır. Ve okur, daha ilk anda bir "merak öğesiyle" avlanır. Ve aşağıdaki paragrafta Bedros hakkında verilen bilgiyle bu merak giderilir. "Son bir yıl içinde tek avuntusu, tek sığınağı içki olmuştu Bedros'un. Artık her şeyden umudunu kesmiş gibiydi. Tüm bedeni, parmak uçları uyuşuncaya kadar içiyordu. Sırtında kambur gibi biriken dertlerini, içerek unutmak istiyordu. Ust üste yüklendiği acıları artık kaldıramıyordu. Zabel Teyze'nin anlattığına göre sabahtan başlıyordu içmeye. Yataktan kalktığında yüzü gözü şişmiş oluyor, elleri titriyordu. Titreyen elleriyle şişeye sarılıyor, içinde birikmiş acıyı alkolle öldürmek istiyordu. Hayır, içmiyor da canına kıymak istiyordu Bedros ... "İyiler genç ölüyordu, evet, tıpkı Bedros gibi." Sonra Necati Güngör, Bedros'la ilgili düşüncelerini, sorularını sıralar arka arkaya. "Mutsuzluklar, dertler, yakasını bırakmamıştı bir türlü. Neden, nasıl böyle bir kötülüğü hak etmiş olabilirdi? Gizemli, anlaşılmaz bir doğa yasası mıydı bu? İyi olan hep kötülük mü bulacaktı karşısında böyle?" Ve birtakım sözcükleri ipucu gibi kullanarak okurun ileride karşılaşacağı acıklı olayların varlığını sezdirir. Böyle koşullandırılan okur, her an karşılaşacaklarını beklemeye başlar ve karşılaşır da ... "Ölümünü Zabel Teyze haber verdi." Necati Güngör, yumuşak, okşayıcı anlatımıyla 'aile'nin gelmişini, geçmişini bir 'yaşamöyküsü' çerçevesi içinde canlandım. Ohannes ustanın -genellikle Orta Anadolu' da rastlanan ve 1960'lara kadar ayakta kalmayı başaran- derli toplu, Osmanlı'dan kalma bir hanı vardır. "Çarşıya, pazara gelen köylüler, doğruca onun hanına inerler;' hem hayvanlarını hem de yorgun bedenlerini dinlendirirlerdi." Hanın elverişli bir yerinde de Ohannes usta nalbantlık yapmaktadır. Necati Güngör, bu nalbantlık zenaatını, handaki sakin, sessiz görünümü, _ kimseyi tedirgin etmeyen gelgiti, eski zamanların dilini kavramış, masallarla yoğurmuş bir 'ravi' gibi anlatır, bir güzel de betimler: Hanla hancının özdeşleştikleri ve ayrıldıkları noktaları, o noktalara duyduğu sevgiyle, saygıyla ve özlemle açıklar. (Necati Güngör, öteden beri eski, artık çağdışı kalmış zenaatların yaşamaları için çırpınır, nerede öyle bir zenaatı sürdüren varsa gider onu bulur, konuşur, konuşturur.) Ohannes usta hakkında yeterli bilgiyi verdikten sonra oğul Bedros' a geçer ve Bedros'la kurduğu bire bir ilişkiden dostluktan, arkadaşlıktan, bölüştükleri duygusal yoğunluklardan söz eder. "Bedros'la aynı sınıfta okuyorduk" diyerek başka bir durumun kapılarını açar. Bedros'un babasından kendisine geçen at tutkusu müthiştir, ama bir tutkusu daha vardır Bedros'un, o da müziktir. "Kemanla bütün okul şarkılarını çalıyor." Müzik öğretmeni -müzik açısından- Bedros' a güvenmekte, sınıfı kimi zaman onun yönetimine bırakmaktadır. Yalnız bir bayrak töreni sırasında önemli bir olay meydana - gelir. "Müzik öğretmenimiz, nedense o gün, kendisinin yerine Bedros'un töreni yönetmesini istemişti”okul bahçesinde toplanan öğretmenlerin yanı sıra veliler de biler oradadır- beş yüz kişilik kalabalığı yönetmeye başlar. -Ama İstiklal marşı söylenirken birden karışır ortalık. Öğrenciler arasında başgösteren 'kikirdeşmeler' herkesin saygılı duruşunu bozar, ciddi havayı sarsar, cıvıklaştırır. "Bedros, kendini marşın müziğine kaptırıp 'Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet, bu celal' dizesini şevkle söylerken, bu sözler kimi arkadaşların kafasında bir kıvılcımlanma yaratmıştı o an! Ermeni ırkına neden gülsündü Türk bayrağı? Oysa Bedros, öylesine bizdendi ve İstiklal Marşı'nı öylesine içten söylüyordu ki, ne Ermeni oluşu aklının ucundan geçmişti ne de marşın sözlerindeki anlam ... " Dinleyiciler bu olayla şoke olurken Bedros, yanlışlık yap: madığı, onları güldüren nedenlerle bir ilişkisi bulunmadığı için hiç üzerinde durmaz işini sürdürür.
Sinema Yıllar
-Necati Güngör/0 yıllar sinema yıllarıydı, evet. Kentimizde beş tane kışlık sinema vardı: ayrıca bunların birer de yazlık bahçesi bulunuyordu" derken, ellili-altmışlı yılları işaret ediyor gibidir. Gerçekten de - Anadolu' daki kentler dahil- pek çok kentimizde, özellikle yoksul ve orta halli halkın sıkıntısını geçici-de olsa unutması için koştuğu, perdeye yansıtılan hayal dünyasında tatlı. anlar yaşadığı yazlık sinemalar gözdeydi, en önemli ilgi alanlarından biriydi. İstanbul' da, kıyı köşe semtlerinde ömür tüketen halkın belli başlı eğlence mekanlarıydı yazlık sinemalar. Konu komşu bir araya gelerek cümbür cemaat gidilirdi oralara. Bir yandan film izlenirken bir yandan da: konuşulur, dedikodu yapılır, sorunlar dile getirilir, çekirdek çitlenirdi. Kentleri betonlaştıran eski yaşam tarzını çok kazanmak için yutan anlayış; hiç denetlenmeyen; başı boş bırakılan bencilliklerin sonsuzluğu ele geçirme tutkusu, oraları yok etti yoksul yaşamlarımızı daha bir yoksullaştırdı, yaşamlarımızı besleyen irili ufaklı kaynakları kuruttu. Ve biz, ne yazık ki hepimize kötülük yapan düşmanlarla, o canavarlarla birlikteyiz.
Universitede okumak için - o yıllarda Anadolu' da üniversite bir Ankara' da vardır- İstanbul' a geliyorlar Bedros 'la anlatıcı. Bedros, Eczacılık Fakültesi'ni kazanmıştır. İyice yerleşirler İstanbul' a, çevreyle ilişki kurarlar ve o sırada Bedros, babasını yitirir; yaşamdan ilk tokadı, ilk darbeyi yer. Necati Güngör Ohannes ustanın ölümünün nedenlerini sıralarken her şeyin değişmeye başladığı döneme götürür okuru. "Başımızda esen kavak yellerinin etkisiyle biz ayrımında olmasak da her şey hızlı bir değişim içindeydi. Tıpkı içinde doğup büyüdüğümüz kentin çehresi gibi. Eski zamanlardan kalan dar sokaklar, taş döşeli rollar, derme catma dükkanların yer aldığı çarşılar,bağdadi mimarının örneği geniş avlulu mkerpiçten yapılar,birer birer yok oluyor,yerini kara asfalta,gri beton yığınlarına bırakıyordu.”Bu kentin yeniden yapılanma olgusu, çoklarına mutluluk veren geçmiş yaşamı alt üst ediyor, o insanlara mutluluk yerine yıkımın acılarını getiriyordu. (Ben, evleri istimlak edilen nice ailenin perişan olduğunu, bir daha toparlanmamak üzere dağıldığını, bazı üyelerinin delirdiğini, intihar ettiklerini, hatta boşandıklarını gördüm.) Ohannes usta da bu değişimden nasibini alır: Oteden beri içinde günlerini değerlendirdiği, bir köşesinde de atları nalladığı han yıkılır, ona kent dışında bir yer gösterilir. Necati Güngör, başka kitaplarında da değişim olgusuna değinir, bu olguyu önemser dipten gelen bir deprem dalgası olduğu için. O dalga, kurulu düzenleri çatlatır, yaşama bir sürü güzellik taşıyan alışkanlıklara, , dört elle sarılanlara ve alışkanlıkların her anında kendilerini sevindirecek bir şeyler arayanlara bela getirir, huzursuzluk getirir, boşluklara iten tedirginliklerin kucaklarına fırlatır. "Beklemediği bir zamanda böylesine bir tükenişle yüz yüze gelen Ohannes ustanın yüreği buna dayanamamış, geçirdiği ilk sarsıntı onu yere vurmuştu." Bunun arkasından Necati Güngör, Bedros'un dramına çevirir ayna aracılığıyla yansıttığı ışıkları ... Ve okura, ruhunu sızlatan sayısız resim gösterir;
Necati Güngör, 'İyiler Genç Olür' deki öykülerin konularını Anadolu' dan, Anadolu'nun da köylülükten kurtulmaya çalıştığı ellili yıllarından seçmiştir. Panayırlar, cambazlar, sihirbazlar, ölüm yarışçısı motosikletliler, şahmeran, ormanlar kralı aslan, hokkabazlar, atlı karınca, kesikbaş, talih oyunları, tüfekle atışlar ... Ve onların Uzantılarının insanları eğlendirdiği günler çok haraketlidir. "Yalancı Ölüm" öyküsünün baş kişisi Ramo, köylerde yaşama olanağı ve umudu kalmayınca kente kavalı, karısı ve iki kızıyla göçenlerdendir. Hamallık yapan güçlü kuvvetli bir adamdır. "Neşeli, mutlu, gözlerinin içinde yaşama sevincinin pırıltıları yanıp sönen bir insandı. Kızdığı tek şey vardı, arkasından ıslık çalınması. "özellikle insafsız bıçkın takımı, çıldırtıp mosmor edinceye kadar ıslık çalardı. O kendini yitirip delice hareketler yapınca da kahkahalarla gülerlerdi. Ramo öfkelenince, ne yapacağı belli olmazdı: Merdivenin en tepesine kadar omuzunda çıkardığı buğday çuvalını oradan aşağı atar, herkesin gelip geçtiği cadde ortasında ayıp yerini açıp aletini gösterir ıslık çalanlara; o an eline geçirdiği bir şeyi, kimin neresinde değerse değsin düşünmeden savururdu." Işte Ramo, kendi halinde birisiyken çevre onu önce çaldığı ıslıklarla, alaylarla, sonra da içki içirtip sarhoş ederek çıldırtır. Kitabın en çarpıcı öykülerindendir 'Yalancı Olüm.'
Duyguyla örülmüş öyküler .
Oteki öyküler de aynı düzeydedir. Insancıl, sıcak içtenlikli, bireyi korumaya, yüceltmeye ve olumsuzlukları eleştirmeye yönelik, yapıları duyguyla örülmüş öyküler.
Necati Güngör, 'İyiler GençÖlür' kitabında yer alan-yedi öyküde -Necati Güngör'ün yayımladığı öteki kitaplarında da yedişer oykü vardır ve bu onun açıklamadığı bir gizi, bir gerçeğidir- yoksul ve orta sınıf insanlarının yaşamlarını didikler, o yaşamların ince, uzun, dar, loş, karanlık ve aydınlık bütün yollarında dolaşır. Saptadığı duyarlık merkezlerindeki nabız atışlarını, duyguları yoğunlaştıran devinimleri, gördüklerini, gôzlemlediklerini, tanıklıklarını, işittiklerini, 'Işte onlar böyle yaşıyor, böyle yaşadı' dercesine sunar okura. Bunu da çok işlenmiş, üzerinde çok çalışılmış Türkçenin göz kamaştıran. ışıltılar üreten bir elmasa dönüştüğü bir dille yapar ... müziğin, resinin, görün, tülerin, durum tepeciklerinin özlerinden sızdırdığı şiiri katar. Anlatımın etkisini güçlendirir, .. ·
Ve 'İyiler Genç Ölür' Necati Güngôr'ün anlatımının doruğuna ulaştığı usta işi bir yapıttır, •
İyiler Genç Ölür/ Necati Güngör/ Öyküler/ Gendaş A.Ş. / s. 80
Yeni yorum ekle