Muzaffer Buyrukçu/ÖYKÜ

İyice karar vermişti, dönmiyecekti artık. Gardiyan Ahmet'in çıkarken verdiği cigarayı birinden yaktı. Birinden yakarken adam bir tuhaf bakmış, şu kadar cigara ateşini esirger olmuştu. İnsanlar mı değişmişti yoksa Ali'ye mi öyle geliyordu?
Sakalını kaşıdı, gidecek bir yer aradı; Tahtakale, Kasımpaşa, Karagümrük, Sultanmahalle..; Hayır hayır, oralarda gidecek, şu sırtındaki incele incele cigara kağıdına dönmüş yatağını serecek bir yer bulabilirdi ama, gitmiyecekti. Oraları kötü ediyordu insanı. Oralarda insanın aldığı nefes, söylediği türkü, gözlere çöken uyku bile serserilik kokuyordu ... Rüzgar Rıza'Iar, Arap Abdi'ler, Deforme Ahmet'ler, Serdengeçti Kemal'ler hep oralardaydı. Önce hoş geldin diyecekler, geçmiş olsun diyecekler, birer cigara, birer kadeh rakı sunacaklar sonra tekrar serserilik dümenleri, tekrar karmanyolalar, tekrar adam şişlemekler, tekrar hırsızlıklar, tekrar tekke alemleri. .. Onları istemiyordu artık, kimsenin kötü diyemiyeceği, kimsenin yüzüne bakarken korkmıyacağı, akıllarından bir sürü şüpheler geçirmiyeceği bir insan olmak istiyordu.
Tütüncü'den cigara alırken İbo'yla karşılaştı. İbo, önce tanımamış gibi yaptı, sonra biraz daha yakına geldi, cana yakın olmıyan bir hareketle elini uzattı.
«Geçmiş olsun yahu, ben seni çıktın biliyordum, nasılsın?» dedi.
«Eh, mapustan çıkan adam nasıl olursa ben de öyleyim.»
«Aldırma, geçti ya sen ona bak. .. Nereye şimdi?»
«Bilmem, şöyle bir uzanayım bakayım dedim, önce şehri bir dolaşayım, ne var ne yok göreyim, ayaklarım açılsın biraz, sonra gidecek bir yer bulurum elbet.»
«Her şeyin kolayı bulunur, benim de biraz işim vardı da .. »
«Sen evlendin mi?» İbo yüzüğünü ovaladı:
«Haberin yok mu? Bir buçuk sene oldu, yakında yolcumuz var.»
« Yaa, hadi hayırlısı, demek evlendin?
Kiminle?»
«Sen tanımazsın, kız Konya tarafından, iyi bir kız, bazı bazı çatışıyoruz ama, olur öyle ufak - tefek şeyler evlilikte. Neyse Ali'cim kusura bakma, acele gitmem lazım, gene görüşürüz. Gel, beklerim ha?»
İbo karşı kaldırıma geçti.
«Demek evlenmiş, adam olmuş.» diye söylendi Ali.
Sırtındaki kirli yatakların çok ağır olduğunu anladı. Ter basmıştı yüzünü. İçerledi mi, içini kemiren kurt, ta şurasında, ciğerinin orta yerinde kımıldamaya başladı mı ter basardı Ali'yi.
«Yazık be, anam - avradım olsun çok yazık.» dedi.
İbo ile taa şu kadardan arkadaştılar, yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi, bir birleri için yapmıyacakları hiç bir şey yoktu. Bir gece Ali'yi görmese, Ali'siz yemeğe otursa, Ali'den haber almasa, deli olurdu, yırtınırdı İbo ... Ali Şehzade'ye onun yüzünden düşmüş, Arap Ali namını onun için yaptığı kavgalar yüzünden almıştı ... İki sevgili, bir vücutta iki can gibiydiler. Arap Ali şurada, Arap Ali burada ... Hangi taşın altını kaldırsan Arap Ali çıkıyordu. Semtin en bitirim, en gözü pek delikanlısıydı. Birlikte kavga etmişler dükkanların camlarını kırmışlar, meyhaneleri alt- üst etmişler, sinemacıların haracını yemişlerdi. İbo, şu; Sarı Fitnat'ı iğfal etmekten içeriye düştüğünde tam altı ay cigarasıyla, esrarıyla, parasıyla, yatağı - yorganıyla bakmıştı. Bir gece, Ali'den başkasını gözü görmek istemiyen, Ali olsa da olmasa da kimseye yan gözle bakmıyan Fırıldak Selma'yı Sultanmahalle'den atmış bir taksiye, sille - tokat, körkütük, sızmış uyuklıyan İbo'nun yanına uzatmıştı. Selma: bir daha gelmem sana demiş, ama köpekler gibi, mapusaneye ilk düşene kadar peşinden gelmişti. İşte buna arkadaşlık derlerdi. Bu arkadaşlıkta sevginin, bağlılığın en temizi gizliydi. Gerçek arkadaştı o.
Çıkara dayanan arkadaşlıklarda, dostluklarda zaten iş yoktu .. Ama şimdi her şey unutulmuş,her şey ölmüştü. İbo, değişik, sersem, korkak,biraz"' züppe, bir tuhaf İbo olmuştu. O mapusaneden çıkacak da; Ali,kusura bakma, acele işim var,'diyecek ha? Töbe töbe, öldürürdü kendini, göğsüne jilet atardı, bütün altınları ayaklarının dibine dökseler gene boş verir, koşar ayları saklıyan özlemlerle boynuna sarılır, yanaklarından öper, hiç olmazsa sıcak bir çay içirir, bir paket cigara alırdı arkadaşına.
Cigarasını uzatan adam gibi bakmıştı.
Tiksinir, konuşmaktan utanır gibiydi. Ondan hemen kaçmak, hemen kurtulmak için uydurmuştu bu iş numarasını. Yutar mıydı o? O ağızlara gemi yanaşır mıydı? Ama yapmıştı işte. Yapmıştı ya, ona bak sen? Belki de sırtında kirli çıkını, saç sakala karışmış baştan tırnağa bir serseriyle konuştuğu görülür, karısına hemen haber uçar diye korkmuş olacaktı.. Böyleleri artık karılarının, şunun - bunun sözleriyle yaşıyorlardı.
Elbiseleri yeniydi köpeğin. Kıravat da takmıştı, beyaz ipekli mendilini de küçük cebinden cakalı cakalı aşağıya sarkıtmıştı. Haklıydı; o artık evli - barklıydı. Önüne çıkanla, olur - olmaz adamlarla konuşmamalı, selamı - sabahı kesmeliydi., Ali'yi ne diye tanıyacak, ne diye sarmaşıp, buyur şuraya diyecekti? Ali bir serseri, üstündeın daha kokusu gitmiyen bir mapusaneli ... Adı çıkardı sonra. İbo, işi gene serseriliğe döktü derlerdi etrafındakiler? İnsan oğlu bu, der, der.
Orada durup kalmıştı Ali. Ayakları açılmıyordu. Mapusanede ki uyuşukluk bunun yanında solda sıfırdı.
“Vay anasını be!” dedi, dudağını büzdü, yere tükürdü. Omuzuna çarpan biri uyandırdı, harekete getirdi, uyuşan ayaklarını açtı Ali'nin. « Ulan dünya, ulan İbo, alacağınız olsun ulan.» diye bağırdı.
Biri deli midir diye dikkatle Ali'ye baktı.
“Kazıklamışlar haybeciyi.”dedi
Güldü,bir daha güldü,basamaklardan çıkar gibi gülüyordu.
«Kazıkladılar bemşerim, en büyük: kazığa oturtular.» diye söylendi. Gelişi güzel yürümeye başladı. İbo, içinde yıkılması, eritilmesi güç salt granit bir öfke dağı gibi kurulmuştu.Boyuna küfür ediyor, boyuna insanlığın, en namusluların, en sözlerine sadık olanların, en temizlerinin anasına - karısına küfrediyordu..Kötü insanların söğülecek tarafı yoktu ki?Ne gelirse, ne yapılırsa bunlar tarafından yapılıyordu.
Yakasına. yapışıp, bir kafa atmadığına, iki - üç tokat patlatmadığına, herkesin içinde, bağıra - çağıra rezil - kepaze etmediğine yanıyordu. Arkadaş, arkadaş ha? Ulan benim sana yaptıklasım, -senin yüzünden yediğim dayaklar, senin yüzünden başıma gelen tonlarla bela .. Anamın cenazesine gitmedim ulan ben? Kimin yüzünden gitmedim, söyle bakalım kimin yüzünden? ,
«Pes, bu Kadar olur.» dedi.
Caddeden aşağıya vurdu, artık uzun boylu düşünmek istemiyordu İbo'yu .. O da öylesiydi işte. Gidecek, barınacak bir yer bulmalıydı, çalışacak ekmek parası getirecek bir iş aramalıydı.
«Keşki mektupları alsaydım.» dedi.
Üç tane mektup vereceklerdi. Almamıştı.
Kimseye görünmeden, kimsenin elini sıkmadan kaçmıştı. 'Ama şimdi hata ettiğini anlıyordu. Belki bir kaç lokma bir şey verirlerdi. Açlıktan ölüyordu. Üstelik zehir gibi bir soğuk vardı.
«Geriye dönmiyeceğim, kafamı kesseler geriye dönmiyeceğim.» dedi.
-Balıkçı İbram'ı gözünün önünde üç Rizeli bağırta bağırta şişlemişlerdi. Bir çoklarını ondan daha kötü bir şekilde öldürmüşlerdi, Bıkmıştı artık. Adam vurmaktan, bir sürü katille uğraşmaktan bıkmıştı.
Sağına - soluna çarpa çarpa ilerliyordu. Boğazına gelen bir gıcığı temizliyeyim dedi, tükürdü.
«Önüne baksana ulan.»
Döndü, adamın ayakkabısının üstüne yapışmıştı tükürüğü.
«Kusura bakma abi, görmedim.» dedi. «Kör müsün?»
,«Bilerek yapmadım ,ki abi.»
«Bilerek bilmiyerek, bu şehirde hayvanlar yaşamıyor; eğer sen hayvansan o başka» «Affedersin bey abi, müsade et sileyim.» dedi, eğildi. Adam Ali',nin eline bastı, ceketinin yakasından tutup kaldırdı.
«Alay mı ediyorsun benimle?» diye çıkıştı.
«Alay edecek bir şey yok ki ortada, hatamı tamir etmek istedim.»
«İstemez, sürme o leş ellerini dürzü herif.» dedi.
Ali, ya sabır çekiyordu., . İstemiyordu, geriye dönmek istemiyordu.
«Ağzından çıkanı kulakların duysun.» dedi.
Adam iyice köpürmüştü. kısacık boyu vardı. Elleri çocuk elleri gibiydi, Ali şöyle bir dokunsa yıkılacaktı. Ama yapmak istemiyordu. Kaçayım dedi, iki adım attı, üçüncü adımda adamın eli ceketinin arkasına yapıştı, döndürdü.
«Sen benim kim olduğumu biliyor musun?» diye bağırdı.
Ali öfkeyle :
«Biliyorum» dedi «sen belasın.» Adamın yüzüne kan oturdu, elleri titremeye başladı.
«Neyim, neyim ben?» diye tekrar sordu.
«Allahın belasısın.» dedi, Ali.
«Demek ben ha?.. Duydunuz; ya beyler şu serseri bana hakaret etti, hepinizin önünde bana hakaret etti. Ben sana şimdi gösteririm, polis, polis nerde?» diye bağırmaya başladı.
Ali kaçmaktan başka çare olmadığını anladı, polis gelirse iş sarpa sarardı, aradan sıvışayım dedi, arkasındakilere bir dirsek vurdu. Adam yapıştı koluna.
«Seni polise teslim edeceğim, diye bağırdı. «Et, ne olmuş, küfür etmedim, dayak atmadım.»
« Demek bir de dayak atacaktın, burası ,dağ başı mı, dağ başı mı ha?»
Alttan alayım dedi, Ali.
«Elini - ayağım öpeyim abi, bırak beni, çekil yolumdan.»
«Çekilmezsem ne olur?» dedi, Ali'nin önünü kesti.
«Abi, uzatma işte, ben sana· bir şey yapmadım ki..»
«Daha ne yapacaksın be, başıma mı çıkacaksın .. Poliis!»
«Abi, allah aşkına.»
«Bela ha, ben belayım ha? Hepiniz şahitsiniz.» diye bağırdı, küçücük gözlerini yanlarında dolaştırdı, yüzü sapsan olmuştu.
Ukala bir memura benziyordu.
Ali bir silkindi, yeni bir çıkış yaptı, başardı, kaçmaya başladı. Adam da, bir sürü ne olacağını merak eden insan da, Ali'nin arkasına: düştüler. Caddede iddialı bir koşu başlamıştı. Bu belaydı işte. Kendi kendine gelen belalardan. Dar bir sokağa, ordan akan bir yokuşa yöneldi, ayağı taşa takıldı, sırtındaki çıkınla birlikte yuvarlandı. Adam yetişmişti. Ali hemen fırladı, küçük adama yapıştığı gibi altına aldı, eline büyücek bir kaldırım taşı geçirdi ordan, tam vuracak, mapusane geldi gözlerinin önüne! Çıkalı daha yarım saat olmamıştı. Orada pisi pisine, bu ve bunun gibilerinin. yüzünden çürüttüğü yıllarını düşündü.
Taş yere düştü, adamın üzerinden kalktı, çıkınını sırtına vurdu, yokuştan aşağıya tekrar daha hızlı, bütün" gücüyle koşmaya başladı. Arkasına dönüp korkuyla baktı, adam gelmiyordu, kimse gelmiyordu.
Muzaffer BUYRUKÇU
Yenilik Dergisi.
Şubat 1955
Sayı:2-26
Yeni yorum ekle